İnsanlık tarihinde paranın değeri, uzun süre boyunca doğrudan üretimle ilişkilendirilmişti. Tahıl, hayvan, altın ya da fiziksel emek gerektiren herhangi bir varlık, ekonomik düzenin temelini oluşturuyordu. Dijitalleşmenin ve elektriğe dayalı teknolojilerin belirleyici olduğu 21. yüzyılda ise bu bağ yeniden kuruluyor ancak bu kez paranın yerini kilovat-saat (kWh) alıyor. Modern endüstri, elektrikli ulaşım, robotik üretim hatları ve giderek daha yoğun enerji tüketen yapay zeka sistemleri, tek bir kritik girdiye dayanıyor: elektrik. Bu nedenle kWh, ekonomik kapasitenin en saf göstergesi haline geliyor. Ve görünüşe göre bunu ilk fark eden ülke Çin.
kWh artık bir para birimi
Electrek’in haberine göre Çin şehirlerinde sokaklar şarj istasyonları ile doldu. Ve bunların bazılar 1 MW gibi son derece güçlü istasyonlar. Ülkenin şarj noktası sayısı 16 milyonu geçmiş durumda. 2027 hedefi ise 28 milyon. Bu istasyonlarını sadece otomobiller değil, kamyonlar, dağıtım araçları ve hatta batarya taşıyan servis kamyonları da kullanıyor. Üretim tesislerinden veri merkezlerine kadar tüm sektörler, enerjiyi ekonomik gücün temel kaynağına dönüştürmüş durumda.
Bir şeyin para birimi olabilmesi için ölçülebilir, bölünebilir, depolanabilir ve evrensel bir değer olması gerekir. Elektrik, tüm bunlara sahip, bu da onu fiili bir para birimine dönüştürüyor. Üstelik geleneksel finans varlıklarının aksine, elektrik doğrudan üretim kapasitesiyle bağlantılı. Bu haliyle elektrik, politik baskılardan, enflasyonist risklerden ve finansal manipülasyondan uzak, tamamen fizik yasalarıyla belirlenen bir gerçeklik haline geliyor.
Bu yaklaşımın Çin’de yalnızca teorik bir analiz olmadığı, devlet politikalarının sessizce yön verdiği stratejik bir temel haline geldiği görülüyor. Ülke, bu yeni “elektrik ekonomisi”nin darphanesini kurmak için benzeri görülmemiş bir hızla elektrik üretim kapasitesi inşa ediyor. Özellikle yenilenebilir enerji alanında ulaştığı rakamlar çarpıcı. Çin, 2030 için belirlediği 1.200 GW yenilenebilir kapasite hedefini beş yıl erkenden, 2025’te tamamladı. Yalnızca 2024’te yenilenebilir kaynaklar, ülkenin toplam kurulu gücünün yüzde 56’sını oluştururken, enerji talebindeki artışın yüzde 84’ü temiz enerji tarafından karşılandı. Çin’in en büyük elektrik üreticisi ve tüketicisi olduğunu da hatırlatalım.
Çin’in ABD ile elektrik üretimi karşılaştırıldığında ortaya çıkan grafik, ülkede bu dönüşümün ne kadar agresif bir hızla ilerlediğini gösteriyor. Üstelik eğilim yalnızca devam etmiyor, güneş ve nükleer yatırımlarla birlikte daha da hızlanıyor. Bu dev enerji altyapısının tamamı, dünyanın en büyük kamu şirketlerinden biri olan State Grid Corporation of China (SGCC) tarafından yönetiliyor. Merkezi kontrol, serbest piyasada mümkün olmayan ölçeklerde planlama yapılmasına olanak tanıyor. Bunun en çarpıcı örneği, Çinin batısındaki dev güneş ve rüzgar çiftliklerinden kıyıdaki sanayi bölgelerine enerji taşıyan Ultra Yüksek Gerilim (UHV) şebekesi.
Tümüyle devlet kontrolünde
Çin, elektrik şebekesini aynı zamanda bir sanayi politikası aracı olarak kullanıyor. Ülkenin ortalama elektrik fiyatı 0,084 dolar/kWh ile küresel ortalamaların altında olsa da asıl etki, fiyatlandırmanın stratejik olarak farklı sektörlere göre düzenlenmesinde ortaya çıkıyor. “Farklılaştırılmış Elektrik Fiyatlandırması” adı verilen bu sistem, enerji yoğun ve düşük katma değerli sektörleri yüksek tarifelerle caydırırken, stratejik sektörlere düşük fiyat ve teşviklerle güç veriyor.
Bu politikanın en dikkat çekici uygulaması yapay zeka sektöründe görülüyor. Çin, Alibaba ve Tencent gibi devlerin işlettiği veri merkezlerine yönelik elektrik faturalarını %50’ye varan oranlarda sübvanse ediyor. Ancak bu indirimin bir şartı var; şirketler yalnızca yerli üretim Çin yapay zeka çiplerini, özellikle Huawei’nin geliştirdiği çözümleri kullanmak zorunda.
Devlet, enerji sübvansiyonunu bir yatırım aracına dönüştürerek yerli çip ekosisteminin büyümesini ve yabancı teknolojilere bağımlılığın azaltılmasını hedefliyor. Benzer bir yaklaşım yeşil teknoloji sektöründe de göze çarpıyor. BYD gibi şirketler, devlet kontrollü enerji ve üretim ortamından beslenen bu ekosistemin ana aktörleri olarak öne çıkıyor.
Çin’in elektriği temel para birimi olarak gördüğünü en açık biçimde ortaya koyan adımlardan biri kripto paralara karşı aldığı önlemler. 2021 yılında hükümet, tüm kripto para işlemlerini ve madenciliğini yasakladı. Resmî gerekçeler finansal istikrar olarak açıklansa da, bu hamlenin altında daha derin bir stratejik niyet yatıyor olabilir. Devlet perspektifinden kripto paralar, sermaye kaçışını kolaylaştıran ve servetin devlet kontrolünü atlatmasına olanak veren bir araç olarak görülüyordu. Oysa elektriğin ekonominin merkezinde olduğu bir dünyada, kripto paralar temelde aynı kaynağı -elektriği, yani enerjiyi- tüketerek merkeziyetsiz bir değer deposu yaratıyor ve bu da devletin stratejik kontrolüne ters düşüyordu. Kripto yasaklarıyla Çin, hem ekonomik kontrol üzerindeki tekelini yeniden tesis etti hem de en değerli kaynağının israfına son verdi. Böylece elektrik üretim kapasitesi, AI ve imalat gibi stratejik sektörlere tahsis edilebilecek biçimde serbest bırakıldı.
Ülke, ulusal elektrik arzını tamamen devlet kontrolü altında tutarak, fiyatını stratejik endüstrileri besleyecek bir araç olarak kullanıyor ve aynı kaynağı tüketen merkeziyetsiz rakipleri yasaklayarak geleceğe yatırım yapıyor. Günümüz ekonomisinde üretim tamamen şebeke gücüne dayandığında, ulusal gücün kaynağı artık altın, itibari para veya kripto değil, devlet kontrolündeki kilovat-saat oluyor.
Blok zincirine selam olsun
Bu perspektif, blok zinciri (blockchain) teknolojisinin rolüne de kritik bir nüans kazandırıyor. Elektriğin temel para birimi olduğu bir ekonomide, blok zinciri mükemmel bir hesaplama sistemi olarak işlev görebilir. Tabi buradaki kullanım amacı tamamıyla kayıt tutmaya yönelik. Dağıtık bir defter, her kilovat-saatin üretiminden tüketimine kadar şeffaf biçimde takip edilmesini sağlar, karmaşık sanayi sözleşmelerini otomatikleştirir ve şebekenin yük dengesini merkezi bir aracıya ihtiyaç duymadan yönetebilir. Bu bağlamda blok zinciri, elektrik standardı için bir “bankacılık yazılımı” işlevi görüyor.
Öte yandan, Proof of Work (emek ispatı) temelli kripto paralar, özellikle Bitcoin, bu paradigmada çelişkili bir konumda. Ağ güvenliğini sağlamak için temel para birimini (elektriği) harcayan Bitcoin madenciliği, 21. yüzyılın altını sayılan kilovat-saatleri eritmek gibi bir etki yaratıyor. Üretken bir varlık yok ediliyor ve yerine türev bir token yaratılıyor. Bu nedenle Bitcoin, klasik güvenli değer deposu olarak güvenilirliğini kaybediyor ve fiyatı, ardında somut bir varlık olmaksızın piyasa talebine bağlı olarak dalgalanıyor.
Çin’in stratejisi bu anlayışa dayanıyor. Bitcoin madenciliğini acımasızca yasaklayarak varlığı tüketen “fırını” kapatırken, Blockchain-based Service Network (BSN, Blok Zinciri Tabanlı Hizmet Ağı) ve Dijital Yuan gibi blok zinciri temelli çözümleri teşvik ediyor. Böylece enerji ekonomisini takip ve kontrol etmek için yeni tip “defteri” benimsiyor.
Electrostate (Elektrodevlet) veya Petrostate (Petrol Devleti) olmak
Burada biraz da terimlere değinmek gerekiyor. Çin’in bütünüyle ulaşmaya çalıştığı elektrodevletler, ekonomisini ve sanayisini elektrik ve temiz enerji kaynakları üzerine kurmuş ülkeleri tanımlarken, geleneksel Petrol Devletleri (Petrostates) halen fosil yakıt ihracatı ve bağımlılığı üzerine kurgulanmış bir model izliyor. Çin’in bu yaklaşımı yalnızca kendi sanayisini güçlendirmekle kalmıyor aynı zamanda Afrika’dan Batı Pasifik’e kadar pek çok gelişmekte olan ülkeye enerji bağımsızlığı ve kendi mini-Elektrodevletlerini kurma fırsatı sunuyor. Örneğin, 2024’te Çin’in güneş paneli ihracatı 236 GW’a ulaşarak 2019 seviyesinin üç katını geçti ve Afrika’daki ithalatlar önceki yıla göre %60 arttı. Elektrikli araçlar, bataryalar, rüzgar ve gaz türbinleri, küçük ölçekli nükleer reaktörler ve modern elektrik şebekesi ekipmanları da Çin’in temiz teknoloji ihracatındaki büyümenin parçaları olarak öne çıkıyor.
Yani Çin, petrol ülkelerinin veya petrolü kontrol eden ülkelerin yaptığını şimdi elektriği temel alarak, onu bir ihracat ve bağımlılık/etki aracı haline getirerek yapıyor.
Bu strateji, Çin’in küresel üretimde lider konumunu temiz enerji çağına taşımasını sağlarken, petrol ve gaz ithalatına olan bağımlılığı azaltıyor ve ülkeyi uzun vadeli bir enerji egemenliği pozisyonuna yerleştiriyor. 2023 itibarıyla Çin’de elektrifikasyon oranı %32’ye ulaşmış ve yıllık yaklaşık bir puan artış gösteriyor. Avrupa ve ABD’de ise bu oran son on yılda duraklamış durumda.
Ancak Elektrodevlet olma yolunda Çin’in önünde halen zorluklar var. Kömür kullanımını azaltmak, çelik ve çimento gibi enerji yoğun sektörleri elektriğe taşımak ve aşırı üretimle mücadele etmek bunların başında geliyor. Yine de Çin, küresel ölçekte temiz teknoloji ihracatını artırarak ABD’nin petrol bağımlısı ve geri adım atan modeline karşı stratejik bir avantaj elde ediyor. Gelişmekte olan ülkeler için Çin’in bu yatırımları, yalnızca fosil yakıta bağımlılığı ortadan kaldırmakla kalmıyor, aynı zamanda ucuz ve bol elektrik üzerinden yeni üretim sektörleri kurma fırsatını da beraberinde getiriyor.
Bir Elektrodevlet olmak
Elektrodevlet olma kavramı iki farklı anlam taşıyor. Birinci anlam, Çin’in temiz enerji teknolojilerinin üreticisi olarak küresel pazarları domine etmesiyle ilgili. 2024’te temiz enerji sektörleri Çin’in GSYH’sinin yüzde 10’unu aşmış ve güneş panelleri, bataryalar gibi ürünlerde ihracatta lider konumda. İkinci anlam ise elektriğin nihai enerji tüketimindeki payı ile ilgili. Çin’de bu oran, yukarıda da dediğimiz gibi yüzde 32 civarında ve ABD ile AB’yi geride bırakmış durumda. Japonya ile de eşitlenmiş bulunuyor.
Her ülke, Çin gibi hem üretici hem de tüketici elektrodevlet olmak zorunda değil. Örneğin Bangladeş, üretimde öne çıkmasa da kamu binalarına güneş paneli kurarak hastaneler ve okullar için elektriği artırıyor ve böylece tüketici elektrodevleti olma yolunda ilerliyor. Benzer şekilde Pakistan, son altı yılda Çin’den ithal ettiği paneller ve bataryalarla elektrik sistemini ikiye katladı ve fosil yakıt fiyat dalgalanmalarına daha az bağımlı hale geldi. Suudi Arabistan ise üretici petrostate olarak kalmakla birlikte elektrik tüketimini artırıp hidrokarbonlarını ihracata ayırmayı planlıyor.
Tüketici elektrodevlet olmanın faydaları oldukça büyük. Elektrik, fosil yakıtlardan çok daha verimli, temiz ve güvenli bir enerji kaynağı sunuyor. Güneş her zaman doğmasa veya rüzgar esmese de elektrik, ambargolar veya ödemeler dengesi krizleriyle durdurulamıyor. Elektrifikasyon, sadece üretkenliği artırmakla kalmıyor, eğitim ve sağlık gibi sosyal hizmetlerin yaygınlaştırılmasına da katkı sağlıyor.
Üretici elektrodevlet olma yolunda ise strateji daha karmaşık. Tüm temiz enerji teknolojilerinin üretiminde öne çıkmak mümkün değil, güneş panelleri gibi düşük kar marjlı ürünlerde Çin halen rakipsiz. Ancak batarya üretimi ve elektrikli araç teknolojileri gibi alanlar hem ekonomik katma değer hem de istihdam açısından daha avantajlı. Çin’in temiz enerji üretimindeki gücü, endüstriyel robotlar, yarı iletkenler ve akıllı telefonlar gibi alanlarda da politik bir “yapboz” etkisi yaratıyor.
Sonuç olarak, bir ülke elektrodevlet olmayı hedefliyorsa, önceliklerini net belirlemeli. Küçük bir ihracat pazarında Çin ile yarışmak cazip görünebilir ancak kendi ekonomisini elektrifikasyon yoluyla dönüştürmek ve daha geniş kalkınma olanakları yaratmak, uzun vadede çok daha etkili ve sürdürülebilir bir strateji olarak öne çıkıyor.
kaynak: donanimhaber.com
